İLHAMİ BEY 3
Bilinmeyen Gerçekler
Dünden kalma içimdeki sıkıntı hala devam ediyordu.
Mesai bitiminden sonra mekana doğru yöneldim. Saat 17.30 olmuştu. İlhami Bey’in
yıllardır şaşmayan vakti bugün şaşmıştı. Yarım saat kadar daha bekledim. Bu
arada yarım saat sonra bilinmeyen bir numaradan cep telefonuma bir arama geldi.
Telefonumu açtım.
- Ben… Kurumunun Genel Müdürü
- Buyurun müdür bey sizi dinliyorum.
- Bugün İlhami Bey işe gelmedi. Açıkçası biz merak
ettik. Bize daha önceden bana ulaşamazsanız veyahut herhangi bir durum söz
konusu olursa bu numarayı arayın. Bu numaradaki arkadaş size gereken bilgiyi
verecektir. Merak etmeyin.
- Açıkçası İlhami Bey 30 yılı aşkın süredir
kurumumuzda görev yapıyor. Ama bize hiçbir zaman, irtibat için ne bir yakının
nede bir başkasının numarasını vermedi. Buradan anlaşılan sizle olan muhabbeti,
samimiyeti gayet iyi… Neyse işin bu kısmını geçelim. Siz eğer onun evine yakın
bir yerde iseniz bir haber alıp bizi bilgilendirir misiniz?
- Tabiki müdür bey, ben size bilgi alır almaz bu
numaradan ulaşacağım.
Bir hışımla mekândan kalktım. Giderken de mekân
sahibi Mustafa Bey’e İlhami Bey’in evine kadar gidip geleceğimi bildirdim. Yol
boyunca da İlhami Bey’in cep numarasını aramaya devam ediyordum. Lakin telefon
çaldığı halde cevap vermiyordu. Oturduğu binanın önüne gelmiştim, dışarıdan
evinin salon kısmının camının açık olduğunu fark ettim. Bulunduğu kata kadar
çıkıp kapıyı çaldım, açan yoktu. Telefon sesi içeriden geliyordu. Açıkçası
içimi bir şüphe kaplamıştı. Önce polisi aradım. Durumu izah ettim. Akabinde de
bir çilingir çağırıp kapıyı açtırdık. Polis arkadaşlar ile beraber koridordan
salona doğru yöneldik.
- Aman Allah’ım, Aman Allah’ım…
Gözlerime inanamıyordum. Salonda bulunan kanepenin
üzerinde, kanepeyi açmadan uzanmıştı. Üzerine hafif ince bir battaniye
örtmüştü. Yanında bir sehpa üzerinde bir tabak dolusu dün almış olduğumuz
erikler ve televizyon kumandası mevcuttu. Televizyon hala açık bir şekildeydi.
Eriklerden tam iki tanesini yemiş, üçüncü eriği eline almış yarısını ısırmış
dişleri arasına sıkışmıştı. Elinde eriğin diğer yarısı kalmıştı. Sessiz sedasız
aramızdan gitmişti. Anlatmadığı gizemleriyle birlikte beyefendiliğini de yanına
alıp gitmişti.
…
Önce Genel Müdürü arayıp durumu haber verdim.
Akabinde ise ailesine ulaşıp onlara da haber verdim. Onlar gelene kadar polis
arkadaşlar ile beraber cenaze işlerini halledip, diğer işlemler için İlhami
Beyi hastaneye götürdük. Ölümü şüpheli olduğu için otopsi yapılmasına karar
verilmişti. Otopsi işlemi için bende odaya girdim. Yine bir acı gerçek ile
karşı karşıya idim. Sohbetlerinde bahsettiği acılar gerçekten yenilir yutulur
cinsten değildi. Ayak bileklerinden tutun, boyun kısmına kadar vücudunda
işkence izleri hala duruyordu. Aman Allah’ım bu nasıl bir eziyet, bu nasıl bir
sabırdı.
Gerekli işlemlerden sonra ben daha fazla dayanamayıp
eve doğru gittim. Hatırladığım kadarıyla ailesinden biri ertesi gün hastaneye
gelip cenazeyi almıştı. Dönüşte birlikte takıldığımız mekâna uğrayıp
sohbetimize dâhil olan kim var, kim yok hepsine yarın için cenaze merasimine
katılmalarını rica ettim.
O gece sabaha kadar uyuyamamıştım. Saatlerce
düşündüm durdum. Ve ilk defa evinin içini gördüğüm o insan beni şaşkınlıklar
içinde bırakıp gitmişti. Kocaman evin içinde bir kanepesi, elbiselerini astığı
askılığı ve üzerine aldığı ince battaniyesi vardı. Evin diğer odaları ise
tertemiz ve bomboş duvarlar ile süslü idi. Evinde bir buzdolabı dahi yoktu.
Meğer akşamları acıkınca, elinde hiç değişmeyen poşetinde bulunan küçük ekmeği
ve bir kâse yoğurdunu yiyerek açlığını yatıştırıyormuş.
Peki, neden böyle bir hayat yaşıyordu. Aklım hafızam
bir türlü almıyordu. İmkânı da vardı. Kötü bir alışkanlığı yoktu. Neden evine
bir şeyler alma gayretinde bulunmamıştı? Neydi onu bu duruma zorlayan?
…
Ertesi gün son vazifemizi yapmak için, dostlar ve
arkadaşlar toplanıp cenazenin defnedileceği memlekete doğru yol aldık. Merhumu defnettikten
sonra gelenekler gereği cenaze evine yemeğe davet edildik. Mezarlıktan eve
doğru yürürken önümüzde yürüyen takım elbiseli bey (Sonradan Genel Müdür
olduğunu öğrendiğim kişi) İlhami Bey’in babasına aynen şu cümleleri söylüyordu.
- İlhami Bey ile 30 yıllık mesai arkadaşlığımız var.
Bir güne bir gün bizlere bana bir şey olur da haber alamazsanız şu numaradan
ulaşın demedi.
- Bize bundan 4-5 yıl önce bir numara verdi. Biz o
numara vesilesi ile ulaştık, İlhami Bey’in durumuna…
- Sağ olsun o arkadaş bütün işlemleri kimseye hacet
bırakmadan yapmış. İlhami Bey’in bizler bile bu denli rehberine giremezken o
insan güvenini kazanıp girmiş. Helal olsun.
- Emin olun cenaze boyunca merak ettim. Kim bu
arkadaş diye…
Babası genel müdüre doğru hafifçe eğilerek:
- Bende sizin kadar inanın merak ettim.
…
Bizler yemeği yedikten sonra, vazifemizi
tamamladığımızı düşünerek; müsaade isteyip yola koyulmaya hazırlanırken tam o
sırada genel müdürün bizim bulunduğumuz masaya doğru geldiğini gördük. Masamıza
gelip ortaya konuşarak:
- Ya arkadaşlar merak ettim. Merakımı mazur görün.
Sanırım ben içinizden birinin numarasını aradım. Bilgi almak için. Sağ olsun
arkadaşımız bizler gelmeden gereken hassasiyeti göstererek bütün işlemleri
halletmiş.
Bu arada ben diğer arkadaşlara işaret ettim. Bu
vazifeyi hep beraber yaptık diye. Tam o sırada bizle birlikte cenazeye katılan
Yavuz Bey konuşmaya başladı.
- Efendim, (Beni işaret ederek) bütün işlemler ile
ilgilenen arkadaşımız bu arkadaş…
Tam o sırada İlhami Bey’in babası ve annesi de bizim
masaya doğru geldiler. Geldiğimiz için teşekkür etmişlerdi ki tam o sırada
Genel Müdür araya girdi.
- Efendim, İlhami Bey ile ilgilenen arkadaşımız
(Beni göstererek)
Açıkçası utanmıştım. Çünkü yaptığım bir iyiliği, bir
insanlık vazifesinin başka insanlar tarafından pek bilinmesini istemezdim.
Yapılan bir iyiliğin gizli kalması daha hoş olurdu. Bu arada İlhami Bey’in anne
ve babasını bir köşeye çekip içimi kemiren o merak dolu hayat ile alakalı merak
ettiğim soruları sordum.
- İlhami Bey neden böyle bir yaşam sürmüştü?
Annesi başladı konuşmaya:
- Evlat, İlhami 2 kardeş 1 tane de kız kardeşi var.
Kız kardeşi zamanında hayırsız, karaktersiz bir insanla evlendi. Sonra
evlendiği o insan tarafından 3 çocuk ile kapı dışarı edildi. Sonra ayrıldılar.
Ayrıldığı eşi sonra ne yaptı ne etti uzun yıllardır bizlerde bilmiyoruz. Bizler
Anadolulun bu küçük ilinin, küçük bir köyünde yaşıyoruz. Gördüğünüz bu ev ve
bahçe harici hiçbir şeyimiz yok. Kendi halimizde yıllardır yaşayıp gidiyoruz.
Başka ne bir gelirimiz var nede bir kaynağımız…
Baba başladı konuşmaya devam etti.
- Durumlar
böyle olunca, birde İlhami’nin kız kardeşi 3 çocukla yanımıza gelince açıkçası
zor durumda kaldık. Birde kızım genç yaşta dul kalınca; buralarda bilirsiniz
dul kadına pekiyi gözle bakmazlar. Durumun vahametini gören İlhami o sıralar
yeni devlet memuru olmuştu.
- Anne, Baba ben kız kardeşimin ve üç yeğenimin
başını yere eğdirtmem. Kız kardeşime bir laf gelsin istemem. Onlar huzur içinde
yaşasın, çocuklar okusun diye; ben onlara şehirde bir ev tutacağım. Maaşımın da
% 90’nı onlara vereceğim. Hayatlarını devam ettirsinler. Sizlerde sıkıntıya
girmemiş olursunuz.
Anne tekrardan konuşmaya başladı.
- Yani anlayacağın İlhami onca sıkıntıdan sonra
kendi hayatından vazgeçti. Kız kardeşi ve 3 yeğeni için, onların rahatı için
yıllarını verdi. Hatta onlar rahat etsin diye onlardan ayrı bir yerde yaşadı.
Şükür şimdi çocuklar üniversiteyi bitirip bir yerlere geldi. Kader buraya
kadarmış.
…
Ah ah ah İlhami Bey ah…
- Demek onca eziyet ve sıkıntıya rağmen; umutla
yaşadığın bize anlatmadığın o insanlar için mi bu kadar fedakârlığa katlandın.
Sen ne büyük bir fedakârlık yapmışsın. İlhami Bey…
Fedakârlık,
Tanrının yürekli insanlara bahşettiği en büyük lütuftur. (Doktor Hayat)
Post A Comment
Hiç yorum yok :